26 Ocak 2013 Cumartesi

KARNE ZAMANI

Bir "eğitim-öğretim" döneminin ortasına gelindi yine,
Hala okula giden bir çocuğum olmadığı için çok da bir anlam ifade etmiyor gerçi ama çocuklarım büyüyor ve seneye olmazsa sonraki sene ben de "karne yolu gözleyen babalar" kervanına katılacağım.

Küçücük çocukların kocaman sırt çantalarıyla sabahın köründe yada akşamın karanlığında okul yollarında olmasını, çocukların sınıfta okulda birbirlerine "rakip" olarak gösterilmesini, çocukların yarış atı ve ağır işçi statüsüne sokulmasını içime sindiremediğim için Allah biliyor ya çocuklarımı okula göndermek istemiyorum.

Hele de karne alan "başarılı veya başarısız" çocukları ve ailelerini gördüğümde manzara daha da bir içler acısı hale bürünüyor. Bugün Zaman Gazetesinde Ali Çolak yazmış, biraz ruhuma tercüman, buyurun birlikte okuyalım.

 

Karneler, yok hükmündedir!

Ağustos kuşları gibi sürü sürü, çığlık çığlığa geliyorlar okul yolundan. Ellerinde beyaz bir kâğıt, havalarda uçurarak… Bir ağırlıktan kurtulmanın rahatlığı, başarmış olmanın sevinci, hürriyetin coşkusu…  Adı karne sevinci, başka ne zaman yaşanır?
Biraz önce sıra sıra dizilmişlerdi. Göğüslerinden çıkıp gidecek gibi yürekleri. Acaba nasıl? Bekleyenler, anne-baba, akrabalar, arkadaşlar ne diyecek? Korku, endişe, sevinme ihtiyacı! Küçücükler yazık, bu ağırlığı nasıl taşıyacaklar?
     Kimi sevinçli, gözleri büyüyerek, elleri havada zıp zıp! İçi içine sığmaz, unutuyor dünyayı.. Birazdan gidecek, el üstünde daima. Alkışlar, öpücükler, armağanlar. Böyle alışacak hep. Daha iyisi beklenecek, daha yükseği. Sonra daha iyi okullar, daha iyileri. Yaşamak, hep daha... Sonu yok!
     Kimi, vurgun yemiş gibi, öyle üzgün, öyle kırık, sessiz, en arkada. Gösteresi yok kimselere, başarısız, zayıf, eksik, gerilerde, en altlarda! Vardığı evlerde kapkara yüzler, öfkeler, kalbine çarpıp duran bıçak yarası sözler. Nasıl katlanır çocuk? Bir karne, bir felaket, bir yıkım! Öyle mi gerçekten, karne bir çocuğun nesi olur?
     Bir toplum, aile, yerleşmiş değer yargıları topyekûn bir çocuğun üstüne geliyor. Yok etmeye geliyor. Kırmaya, soldurmaya, bitirmeye!
     Alkış iyi karnelere, ‘başarılı’ çocuklara, akıllı çocuklara her zaman… Ötekiler, arkalarda öyle sessiz, içlerinde kaynayan mağmalarla, dokunsan ağlayacaklar. Okul yolunda, sürü sürü, çığlık çığlığa gelen ağustos kuşlarının arkasından yavaşça, tenha sokaklarda kimselere görünmeden... Dünya başlarına yıkılmış gibi. Körolası karne!
     Bir karne için, karnedeki rakamların yol açacağı öfkelerden ürkerek, ah! Söylemesi ne zor, cinayet! Dünyanın kapısını çarpıp giden çocuklar vardı. Ne kadar çoklardı. Onların aklına kim getirdi bu uğursuz ihtimali? Nasıl, nasıl? Bir karış kâğıt, birkaç satır kara yazı; içlerine salınmış sebepsiz ve ahmakça bir dünya korku, o gök ekinlere nasıl kıydılardı? Karneler, böyle günahların karasını nasıl temizler?
     Doğru, alt tarafı bir kâğıt parçası! Arka yüzünde adı soyadı, okulu, no’su… Altında dersler: Türkçe, Matematik, Fen Bilgisi… Sonra: Haftalık ders saati, çizgi, birinci dönem notu, çizgi, ikinci dönem notu, çizgi, yazıyla, çizgi, rakamla… Karşı sayfada; okul kültürüne uyum, özbakım, kendini tanıma… Söyleyin, bir çocuğun ruhunu hangi karne yansıtabilir? Takım çalışmasını, çevreye duyarlılığını, ortak değerlere uyumunu, sosyal faaliyetlere katılımını soruyorlar. İyiler, pekiyiler!.. Ne anlamı var, çocuk hiçbirinde yok! Bütün karneler eksik!
     Bir karne, doyulmamış sabah uykularını anlatabilir mi mesela? Alasabahta uykulu gözlerle düşülmüş okul yollarının kederi, kurşun gibi çantalar taşımaktan kamburlaşmış çocuk sırtları, üşüyen minik ayaklar, açlıktan ağrıyan mideler, dersin orta yerinde çıkıp gelen o dünyanın en kısa fakat en tatlı uykuları karnelere girer mi? Yahut, bahçelerde bulut bulut köpüren çocuk karaltıları, karşı duvarlara çarpıp dönen çığlıklar, tahtaya baka baka büyüyüp giden sonsuz hayaller ve ışık çağlayanı çocuk gözleri hangi karneye kaydedilmiştir? Yoktur, girmemiştir...
     Öyleyse, bütün karneler yok hükmündedir! 

Hiç yorum yok: